6 Temmuz 2012 Cuma

Türkiye Neden Teknoloji Üretemiyor?

1.Teknoloji Üretimi Neden Önemli?



Dünya üzerinde en önemli rekabet alanlarından birisi yeni teknoloji üretimi. Bir diğeri de

onunla bağlantılı olan yenilebilir enerji kaynakları ve mevcut kaynaklara ulaşım. Artık gelişmiş

ülkeler arasındaki güç savaşı bu alanda gerçekleşmekte.

Gelişmekte olan ülkeler için de geri kalmışlık çemberini kırmanın yolu yeni gelişen bir alana

yatırım yapıp o alanda uzmanlaşmak. Son 15-20 yılda bile daha önce esamesi bile

okunmayan ülkelerin teknoloji üretimlerine verdikleri önem sonucunda dünya ülkeler liginde

üst sıralara tırmandıklarını, gelişmiş ülke olma yoluna girdiklerini gördük. Çin, Hindistan,

Asya Kaplanları, İrlanda, İsrail bunlardan bir kaçı.

Türkiye de eğer Latin Amerika ülkeleri gibi teknolojik devrimlere uyum sağlayamamış düşüş

içerisinde bir ülke olmak istemiyorsa, zenginliğe ve toplumsal istikrara kavuşmak istiyorsa

dünya piyasalarına bir şeyler sunabilen ve bu sunduğu ürün ve hizmeti diğer ülkelerin

hepsinden daha iyi sunabilen bir ülke haline gelmelidir. Bunun da yolu yeni teknolojilere

yatırım yapmaktır.



2. Teknolojiyi Sadece Gelişmiş Ülkeler mi Üretebilir?



Kesinlikle yanlış bir görüş. Küba gibi çok zayıf ve izole ülkelerin bile istediklerinderinde

teknoloji üretebildikleri düşünülürse teknoloji üretmenin gelişmiş ülkelerin tekelinde olmadığı

anlaşılır. Türkiye’nin sorunu teknolojiden uzak kaldıkça teknolojiyi gözünde büyütmesi ve bir

aşağılık kompleksine kapılmasıdır. Bunu yaşlı insanlarda rastlanan bilgisayar korkusuna

benzetebiliriz. Oysa beş-yedi yaşında çocuklar aynı bilgisayarları kullanabiliyor, 15-16

yaşındakiler ise virüs yazabiliyor.

İlk önce biz üretemeyiz ön yargısının kırılması gerekiyor. Türkiye’nin yer aldığı coğrafya

geçmişte bir kere değil bir kaç kere bilimin, teknolojinin, ekonomik gelişmenin merkezi

olmuştu. Eski Yunan Medeniyeti, Bizans, Osmanlı İmparatorluğu’nun parlak dönemleri

sayılabilir. Zaten teknoloji üretiminin önünde coğrafyanın bir engel olmadığı da son dönemde

çıkış yapan ülkeler tarafından ispatlandı. Üstelik bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerle

coğrafyanın önemi azaldı. Artık neredeyse Himalayaların tepesinde ya da kutuplarda bile

yaşayarak teknoloji geliştirmenin mümkün.

Doğu toplumlarının teknoloji geliştiremediği yani kültürün teknoloji gelişimine engel olduğu

görüşü de önce Japonya ve Asya Kaplanları’nın çıkışı, sonra ise Çin ve Hindistan’ın yaptığı

atılımlarla çürütülmüş oldu. Çin, komünist ve baskıcı bir yönetim altında, Hindistan ise

ayrımcı bir kast sistemi içinde bile teknoloji geliştirebilidi ve her iki ülke de güç odağı haline

gelmeye başladı. Bu da yine teknoloji gelişiminin önünde coğrafya, kültür, siyasi yapı,

toplumsal doku gibi engeller olmadığını gösteriyor.



3. Gelişmemiş Ülkeler Birden Teknoloji Üretme Düzlemine Çıkabilir mi?



Gelişmemiş ülkelerin teknoloji geliştirmeleri kolay değil ancak genel görüşün aksine şahsen

gelişmemiş ülkelerin geride kalmalarının aynı zamanda bir avantaj da olabileceğini

düşünüyorum. Bu avantaj gelişmiş ülkelerin izlediği aynı yolu izlemeden onların bilgi birikimi

üzerine sıçrama yapma avantajıdır.

Ne yazık ki çoğu akademisyen ve danışman bunun tam tersini savunmaktadır. Örneğin

rekabet gurusu Michael Porter mevcut olanın geliştirilmesi gerektiğini söylemektedir ki

aslında bu yapılması gerekenin tam tersidir. Zaten gelişmemiş ülkelerde mevcut olan fazla

bir şey de yoktur. Mevcut olduğu iddia edilen alanları bırakıp yepyeni alanlara girmenin de

yüksek bir maliyetti bulunmamaktadır.

Gelişmemiş ülkeler açısından bu sıçrama yapabilme avantajını kullanabilmek çok önemlidir.

Japonya’da başlayan Asya mucizesinin de temelinde bu strateji yatmaktadır. Bu ülkeler

kesinlikle ileri ülkelerin bırakmakta olduğu teknolojileri kendi ülkelerine getirmek gibi yanlış bir

yola sapmamışlar ve yarışa en son aşamasından katılmışlardır.

Zaten bu teknolojinin hem avantajı hem de dezavanytajı durumundadır. Yazılımla ilgilenenler

bilirler. Eğer iki yıl gelişmelerden uzak kalırsanız bilginiz neredeyse tamamen kullanışsız hale

gelir. Tersine hiç bir şey bilmeseniz de son yazılım teknolojilerini öğrenmek için iki yıl

harcarsanız bunu yapmamış olan 10-15 yıllık uzmanların önüne geçersiniz.

Ülkelerin durumu da bundan hiç farklı değil. O nedenle, gelişmemiş ülkeler hiç bir altyapıya

sahip olmadıkları halde bir anda en ileri teknolojileri üretebilir hale gelebilirler. Hatta bunu en

geri Afrika ülkeleri bile yapabilir. Nitekim biyoteknoloji alanında Küba’nın attığı adımlar bu

görüşü ispatlamaktadır.



4. Uzmanlaşma İhtiyacı



Gelişmekte olan ülkelerin bir anda en öne geçme ve gelişmiş ülkelerin bilgi birikimlerini

kullanma avantajları vardır. Ancak en büyük dezavantajları fakirlikleri ve sermaye

birikimlerinin yetersizliğidir. İleri teknoloji üretmek içinse özellikle insan kaynağına çok ciddi

yatırımlar yapılması gerekir.

Bu böyle olmakla birlikte gelişmemiş ülkelerde fakirlikten ve kaynak yokluğundan da önemli

bir sorun bu kaynakların doğru bir şekilde kullanılamamasıdır. Bu ülkelerde tipik politikacı ya

bürokrat gelişmiş ülkelerde ne varsa hepsini aynı anda elde etmeye çalışır ki bu başarısızlığa

giden en emin yoldur. Çünkü bu şekilde eldeki zaten çok kıt olan kaynaklar değişik alanlar

arasında dağıtılarak daha da küçültülmekte ve iyice işe yaramaz hale gelmektedir.

Yapılması gereken o ülkenin yapısına ve insan kaynağına uygun olan bir iki alan seçilmesi

ve o alanlarda uzmanlaşılmasıdır. Ülkelerin uzmanlaşması düşüncesi çok eski bir düşünce

olmasına rağmen hala geçerliliğini korumaktadır. İskandinav ülkelerinin mobil teknolojilerde,

İtalya’nın oyuncak, otomotiv, tekstil üzerine, İsviçre’nin saat üzerine uzmanlaşması buna

örnektir.

Ancak uzmanlaşılacak alanın ille de o ülkede geleneksel olarak üretim yapılan bir alan

olması gerekmez. Hatta uzmanlaşılacak alan seçiminde neredeyse kıstı yoktur bile

denilebilir. Burada önemli olan yatırımların disiplinli olarak bir ya da iki alana odaklanmasıdır.

Bir kere bu alanlar seçildikten sonra dikkat ve kaynaklar dağıtılmamalıdır.



5. Eğitimli İş Gücü İhtiyacı



Gelişmekte olan ülkelerdeki belki de en önemli sorun eğitim sorunudur. Ancak ne yazık ki bu

konuda herkesin bir fikri vardır ve herkes bir ucundan çekiştirdiği için de sonuçta hiç birinin

amacına ulaşılamaz.

Asıl olarak eğitim bir araçtır. Amaç olmamalıdır. Yani hedef mümkün olduğu kadar çok kişiye

mümkün olduğu kadar çok bilgi kazandırmak değildir. Bu tür bir eğitim kaynak israfından

başka bir şey değildir. Yapılması gereken önce makro planda ülkenin hedeflerinin

belirlenmesidir. Bu hedefler çok sayıda olmamalıdır çünkü kaynaklar bütün hedeflere aynı

anda ulaşmak için yeterli değildir. Hedefler belirlendikten sonra, eğitim sistemi de o hedeflere

uygun olarak rasarlanmalıdır.

Örneğin eğer Türkiye biyoteknoloji alanında atılım yapmak istiyorsa, bu konuda çok sayıda

bölüm açılmalıdır. Hatta bu konuda uzmanlık üniversiteleri bile açılabilir. Kritik olmayan diğer

alanlardaki kontenjanlar azaltılmalı ve böylelikle o alanlardaki işsizlik sorunu da çözülmelidir.

Örenğimizdeki gibi çok sayıda biyoteknoloji uzmanı yetiştiğinde bu kişilerin bir kısmının yurt

dışına gitmesi de sorun olamayacaktır. Çünkü Türkiye o durumda neredeyse bütün

dünyadaki biyoteknoloji şirketlerine eleman sağlayabilecek kadar elemana sahip olacaktır.

Üstelik bu firmalar da elemanları transfer etmek yerine onların yetiştiği ülkeye yani Türkiye’ye

gelip yatırım yapacakaldır. Kaba bir benzetme de olsa bu Demir Çelik fabrikalarının kömür

havzaları yakınında kurulması gibi bir şeydir.

Uzay bilimlerinden elektroniğe, tekstilden makinaya kadar bir çok alanda uzman yetiştirmeye

kalkılırsa bu uzmanlıkların kullanılacağı bir sanayi gelişmediği için bu kişilerin önemli bir

bölümü yurt dışına kaptırılacaktır. Bu da yine ülkenin kıt kaynaklarının boşa gitmesi anlamına

gelir.

Ne yazık ki gelişmemiş ülkelerin önemli bir bölümü bu uzmanlaşma ihtiyacını

görememekteler. Yeni gelişen alanlardan bir ikisini seçip o alanlarda çok sayıda eleman

yetiştirmenin en başarılı örneği Hindistan’dır. Türkiye’deki teknoloji eliti burun kıvırsa da

Hindistan gelişmemişlikten kurtulmanın çok başarılı bir örneğini vermektedir ve Hindistan

geleceğin önemli ekonomik ve siyasi güçlerinden biri olmaya adaydır. Bunu da yazılım

alanında uzmanlaşmakla yapmış ve o alanda çok sayıda uzman yetiştirmiştir. Bu şekilde

beyin göçü de dezavantajdan avantaja dönüşmüştür.



6. Sonuç



Türkiye teknoloji üretebilir. Türkiye’den çok daha zayıf ve sorunlu ülkeler bile bunu

başarmışlardır. Türkiye’nin sorunu yönsüzlük, plansızlık ve amaçsızlıktır. Ayrıca Türkiye hala

kendisini üç kıtaya yayılmış bir imparatorluk zannetmektedir. Sanki böyle bir imparatorluğun

geniş imkanlarına sahipmiş gibi gelişmiş ülkelerde ne varsa onu ülkesine getirmeye

çalışmaktadır.

Yapılması gereken çok basittir. Ülke için stratejik olan ve yeni gelişen bir iki alan seçilecek ve

bütün gücüyle ülke bu alanlara asılacaktır. Bu aynı zamanda ülkenin verimsiz alanlardan

çıkmasını gerektirir ki ne yazık ki bu konuda çok güçlü bir toplumsal direnç görülmektedir.

Zamanında yapılan yanlış yatırımlarda ısrar edilmektedir.

Siyasi yapının ve bürokrasinin bu toplumsal direnci aşması zordur ancak Türk özel sektörü

kendi içinde bu uzmanlaşmayı gerçekleştirebilir. Tabi bu da yine Türk özel sektörünü

oluşturan oyuncular arasında bir işbirliği ortamının oluşmasını gerektirmektedir.



Kaynak: tech-strategy

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder